Bazen güzel bir şey yaşadığımızda ve bunu sosyal medya gibi yerlerde paylaştığımız da ailemiz ya da çevremiz nazar değmesinden korktuğu için paylaşmamamızı söylediğini görürüz. Ayrıca bir çoğumuz kilo vermek, spor yapmak, okul notu yükseltmek gibi şeyler için hedef koyduğumuzda bunları arkadaşlarımız, ailemiz ya da çevremiz ile de paylaşmak isteriz. İnsanlarla paylaştıktan sonra ise o hedefini koyduğumuz şeyi yapmak istemeyiz ya da hedefimize ulaşamayabiliriz.
Çoğu insan bunları nazar diye adlandırsa da aslında bu durumun bilimsel bir açıklaması mevcut. Yıllar süren araştırmalardan elde edilen sonuçlar doğrultusunda bilim adamları bu duruma Intention Behavior Gap adını vermiştir. Türkçe çevirisi ise Sosyal Gerçeklik ve Buna Bağlı Olarak Niyet-Davranış Bozukluğu. Haberin detaylarını sizler için listeledim, keyifli okumalar.
1. Nazar gerçek mi?
Nazar, canlı ya da cansız bir varlığın başına kötü bir şey gelmesine neden olduğuna inanılan enerjiye (bakışa) verilen isimdir. Halk arasında nesillerdir söylenerek günümüze kadar gelmiş bu kelimeye günümüz gençleri olarak çok inanmasak da geçmiş aile büyüklerimizin oldukça inandığını görebiliriz. Peki nazar gerçekten de var mı?
Aslında bu sorunun net bir cevabı yok çünkü işin enerjisel boyutu var. Yani bir insan sizin normal enerji alanınızı (aura) kendi kötü enerjisiyle bozabilir. Bu konu üzerine çalışan insanların araştırmalarını internette bulabilirsiniz. Bu yazımda size bilimsel çalışmalardan okuduklarımı ve izlediğim videolardan gördüklerimi aktarmaya çalışacağım.
2. Hedeflerinizi neden paylaşmamalısınız?
Diyelim ki siz bir dil öğrenmeye karar verdiniz. Bunu arkadaşlarınız ve aileniz ile de paylaştınız. Arkadaşlarınız ve aileniz size ilk başta olumlu tepkiler verdiler ve bir dil öğrenmenin zor olduğunu, bunu yapmaya çalıştığınız için sizi tebrik ettiklerini söylediler. Gelen tepkiler sizi mutlu etti ve dili öğrenmeye başladınız. Gün geçtikçe ilerlemenizi de arkadaşlarınızla ve ailenizle paylaşmaya başladınız çünkü onlarla paylaşmak ve verdikleri tepkiler sizi mutlu etmekteydi.
Burada işin içine beyninizin ödül merkezi olan Nucleus Accumbens giriyor. Gelen olumlu tepkiler sizi mutlu ediyor ve ödül gibi algılanıyor. Fakat gün geçtikçe artık herkes sizin dil öğrenmeye çalıştığınızı bildiği ve bu duruma alıştığı için tepki vermemeye başladılar. Bu durum beyninizin ödül merkezinin daha az uyarılmasına sebep oldu ve dili öğrenmeye daha az istekli hale geldiniz. Sonuç olarak da öğrenmeyi bıraktınız.
Bu durum aynı şekilde kilo vermeye başladıysanız, spora başladıysanız ya da ders çalışmaya başladıysanız da oluşabilir. Bu durumların asıl nedeni beyninizin bu koyduğunuz hedeflerden sadece ”bahsettiniz mi” yoksa ”hem bahsettiniz hem de uyguladınız mı” ayırt edemiyor.
Mesela ders çalışmaya başladınız ve ailenize de duyurdunuz. Ders çalışmanızı duyurmanız ders çalışmak için attığınız ilk adım oluyor ve bundan oldukça mutlu oluyorsunuz. Bu mutluluk hissi beynimizin verdiği yanlış bir tepki. Beynimiz ailemizden gelen olumlu sözleri sanki ders çalışmaya başlamışız gibi algılıyor. Yani siz ders çalışmaya başlamadınız ama aileniz mutlu oldu demek ki sizin ders çalışmanıza gerek yok şeklinde algılıyor. Şimdi gelin bilimsel araştırmalardan bir örneği inceleyelim.
3. Bilimsel araştırmalardan örnek
Araştırma hukuk fakültesinde okuyan hukuk öğrencileri üzerinde bir anketle yapılmıştır. Ankette gelecekte avukat olmayı ne kadar istiyorsunuz, avukat olmayı seviyor musunuz tarzı sorular sorulmuştur. Daha sonra ankete katılan öğrenciler iki gruba bölünmüştür ve ilk grubun sonuçlarına araştırmayı yapanlarla bakılmıştır. Yani ilk gruptaki öğrencilerin verdiği cevaplar karşılıklı bir şekilde bir daha tekrar edilmiştir. İkinci gruptaki öğrencilerle ise görüşülmemiştir sadece cevapları alınmıştır. İlk gruptaki öğrenciler avukat olmayı çok istediklerini ve bu mesleği çok sevdiğini söylemiştir fakat ikinci gruptaki öğrenciler böyle bir cevap vermemişlerdir.
Daha sonra bu iki gruba yaklaşık 45 dakikada çözülebilecek bir hukuki vaka vermişlerdir. İlk grup ortalama 30 dakika sonunda vakayı çözememiş ve pes etmiştir. İkinci grup yani hedeflerini anlatmayan grup ise 45 dakika dolsa bile pes etmemiş ve ek süre talep etmiştir. Bu araştırmanın sonucunda ise hedeflerini gizli tutan kişiler hedeflerini anlatan kişilerden çok daha başarılı olduğu anlaşılmıştır. Çünkü hedeflerini anlatan kişiler gereksiz bir öz güvene kapılmıştır ve bu da onların başarısız olmasına neden olmuştur.
Yani özetlemek gerekirse beyniniz hedeflerinizi birisi ile paylaştığınız zaman o işi gerçekleştiğini zannediyor ve bu işi başarmak için daha az çaba gösteriyor. Eğer siz hedeflerinizi kimse ile paylaşmazsanız beyniniz başarmadaki mutluluğu tatmak için daha fazla çaba gösteriyor.
Yani hedeflerinizi kimse ile paylaşmayın ki hedefinize ulaşmak için kendinize engel olmayın. Umarım yazım yararlı olmuştur, bir sonraki yazımda görüşmek üzere.